Disiplin hukukunda "masumiyet karinesi" ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkeleri hakkında karar

Danıştay 16. Dairesi, "masumiyet karinesi" ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkeleri gereğince, yürütülen disiplin soruşturmaları sonucunda disiplin cezası verilebilmesi için disiplin suçuna esas fiilin sübuta erdiğine ilişkin tespitin, her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut delillerle kanıtlanması gerektiğine hükmetti.

T.C.
DANIŞTAY
Onaltıncı Daire

Esas No: 2015/8157

Karar No: 2016/4228

Derslerde siyasi konuşma yapan öğretmene ceza Derslerde siyasi konuşma yapan öğretmene ceza

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onaltıncı Dairesince gereği görüşüldü :

Dava; ................................ Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev yapan davacının, devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin ...................................Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu'nun 5.4.2013 tarih ve 87 sayılı kararının iptali ile işlem nedeniyle mahrum kalınan parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

................................... İdare Mahkemesinin 6.11.2013 tarih ve E:2013/542, K:2013/1109 sayılı kararıyla, davacının üzerine atılı eylem kapsamında eylemi işlediğine dair görgü tanığı bulunmadığı, fiil isnadının bulunduğu icra dairesi koridoruna ait güvenlik kamerası görüntülerinde de fiilin davacı tarafından işlediğine delalet edebilecek her hangi bir emarenin bulunmadığı, mağdurenin sakin ve normal bir şekilde davranış sergileyerek davacının bulunduğu odadan çıktıktan sonra başka bir odaya yöneldiği, aynı fiil kapsamında adli yargı aşamasında davacının fiili işlediği kabul edilmiş ise de mağdure için "kendisini de toplum içinde rencide edebilecek ve küçük düşürebilecek böyle bir iddiada bulunmasının hayatın olağan akışı ve mantık kurallarına uygun düşmediği" gibi varsayımsal bir tezden hareket edildiği, ortada davacının eylemi işlediğini kesin olarak ortaya koyan delil bulunmadığının esasen asliye ceza mahkemesi kararında da belirtildiği, ancak yorum yoluyla davacının eylemi işlediği sonucuna varıldığı, oysa ki disiplin cezasına ve cezai mahkumiyete konu eylemin sanık olduğu iddia edilen kişi tarafından işlendiğinin kesin, yeterli ve her türlü şüpheden uzak, inandırıcı delillerle desteklenmesi gerektiği anlaşılmakla, disiplin cezasına konu fiilin davacı tarafından işlendiği yolunda kesin bir kanaat oluşmadığından ve şüpheden sanık yararlanır ilkesinden hareketle, idarece tesis edilen devlet memurluğundan çıkarma cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ile davacının disiplin cezası nedeniyle 11.4.2013 tarihinden sonra yoksun kaldığı parasal haklarının davalı idarece hesaplanarak dava açma tarihi olan 29.4.2013 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Davalı idare, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

Dosyanın incelenmesinden,........................... müdür yardımcısı olarak görev yapan davacı hakkında, avukat katibi olan ............................adlı kadına 12.7.2011 günü öğle arasında,................................ Dairesinde sarkıntılık ve cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla ...............................Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayet dilekçesi verildiği, yapılan soruşturma neticesinde basit cinsel saldırı suçlamasıyla açılan davada, ........................... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 5.10.2012 tarih ve E:2011/589, K:2012/509 sayılı kararı ile "sanık savunmasında atılı suçu inkar etmiş ise de dosya kapsamından sanık ile aralarında herhangi bir husumet bulunmadığı anlaşılan müdahilin herhangi bir neden bulunmadan, kendisini de toplum içinde rencide edebilecek ve küçük düşürebilecek böyle bir iddiada bulunmasının hayatın olağan akışı ve mantık kurallarına uygun düşmediği, her ne kadar sanığın atılı eylemi işlediğine dair görgü tanığı bulunmamakta ise de eylemin doğası gereği sanığın görgü tanığı olabilecek başka bir şahsın yanında müdahile karşı böyle bir cinsel saldırı eyleminde bulunmasının mantıken mümkün bulunmadığı, sanığın inkara yönelik savunmasının cezai sorumluluktan kurtulmaya yönelik olup vicdanen itibar edilmesinin mümkün görülmediği anlaşılmakla müsnet suçtan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varıldığı" gerekçesi ile davacının 2 yıl hapis cezası (1/6 oranında indirim yapılarak 1 yıl 8 ay) ile cezalandırılmasına, ancak şartlarını taşıması nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın ...............................................Asliye Ceza Mahkemesince reddedilmesi üzerine kararın 28.11.2012 tarihinde kesinleştiği, ayrıca davacı hakkında ceza davasına konu eylemlerinden dolayı başlatılan disiplin soruşturması sonucunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E-g maddesinde yer alan "Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak" suçunu işlediğinden bahisle davacıya devlet memurluğundan çıkarma cezasının verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından, öncelikle ceza mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, kesin hüküm niteliği taşıyıp taşımadığı ve kesin delil olarak idari yargı mercileri için bağlayıcı olup olmadığı hususlarının irdelenmesi gerekmektedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 3.6.2010 tarih ve E:2008/25343, K:2010/16169 sayılı kararında da belirtildiği üzere, kesin delil bulunan bir konuda, Mahkemece bu yönün doğruluğunun yeniden araştırılması ve inceleme konusu yapılması hukuken mümkün değildir. Kesin delil; tarafları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal olarak doğru kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin hüküm de kesin deliller arasında sayılmaktadır. Kesin hüküm, tüm yargısal organları da bağlar. Kesin hüküm bulunan hallerde, hiçbir mahkeme aynı konuyu yeniden inceleyip, farklı yönde yeni bir karar veremez. Bir mahkeme hükmünün kesin hüküm teşkil edebilmesi için şekli ve maddi anlamda kesin olması gerekmektedir. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Maddi anlamda kesin hüküm ise, dava konularının, dava nedenlerinin ve taraflarının aynı olması gerektiğini ifade etmektedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise, ceza mahkemesince verilebilecek hükümlerin sınırlı olarak sayıldığı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 223. maddesinde yer almadığından, hüküm niteliği taşımamaktadır. Davanın esasını çözen bir hüküm niteliğinde olmayan hükmün açıklanması geri bırakılması kararları, lehe veya aleyhe bir sonuç da doğurmamaktadır. Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarih ve E:2011/4-61, K:2011/79 sayılı kararıyla da açıkça ortaya konulmuştur.

Dolayısıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği durumlarda, ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığından, bu kararlar kesin delil olarak idari yargı mercilerini bağlamayacaktır.

Yukarıda yer verilen açıklamalar çerçevesinde, davacı hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, kesin hüküm niteliğinde olmadığından ve davacının lehine veya aleyhine bir sonuç doğurmadığından; idare mahkemesince, ceza mahkemesi kararından bağımsız olarak dava dosyasındaki bilgi, belge ve tanık ifadeleri çerçevesinde davacının isnat edilen eylemleri işleyip işlemediği ve bu eylemlerin disiplin suçu oluşturup oluşturmadığı hakkında inceleme yapılarak karar verilmesinde hukuki bir engel bulunmamaktadır.

Öte yandan, hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul gören "masumiyet karinesi", bir kimseyi suçlayan şahsın veya makamın iddiasını kanıtlaması gerektiğini, suçlanan kişinin ilke olarak suçu işlemediğini, suçsuz olduğunu kanıtlamakla yükümlü olmadığını ifade etmektedir. Masumiyet karinesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan "şüpheden sanık yararlanır" ilkesine göre ise, suçlanan kişinin suçu işlediğini gösteren yeterli ve kesin delil yoksa, kanaate ve inanca dayanılarak ceza verilemeyecektir. Nitekim Anayasanın 38/4. maddesinde; "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz." hükmü, Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddesinde ise; "Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." hükmü yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Çelik(Bozkurt) / Türkiye kararıyla; masumiyet karinesinin disiplin hukukunda da gözetilmesi gereken bir ilke olduğuna hükmetmiştir.

Dolayısıyla, yukarıda yer verilen "masumiyet karinesi" ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkeleri gereğince, yürütülen disiplin soruşturmaları sonucunda disiplin cezası verilebilmesi için disiplin suçuna esas fiilin sübuta erdiğine ilişkin tespitin, her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut delillerle kanıtlanması gerekmektedir.

Bu durumda, İdare Mahkemesinin, ceza mahkemesinin kesin ve yeterli delil bulunmamasına rağmen davacının üzerine atılı suçu işlediği sonucuna varsayımsal olarak ulaştığı gerekçesine yer vermesinde hukuki isabet görülmemiş ise de; davacı tarafından isnat edilen eylemlerin işlendiğinin kesin, yeterli ve her türlü şüpheden uzak, inandırıcı delillerle desteklenmesi gerektiğinden “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca dava konusu disiplin cezasının iptaline karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmaması karşısında, bu husus, anılan kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddiyle, Antalya 3. İdare Mahkemesinin 6.11.2013 tarih ve E:2013/542, K:2013/1109 sayılı kararının, gerekçesi düzeltilmek suretiyle ONANMASINA, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.06.2016 tarihinde karar verildi.

Editör: TE Bilisim